24 Eylül 2009 Perşembe

sürgün melekler


1 yorum:

  1. Ne zamandır 'eller' üzerine yazmak istiyordum. Bir süre, senin ellerinle Schiele'nin ellerini yan yana düşünmüştüm hep. Sonra bunun kolayından bir ilişkilendirme olduğunu fark ettim. Benzerlik, bir çeşit yalnızlık duygusundan geliyor sanırım. Schiele'nin özellikle oto-portrelerindeki eller, benim bildiğim en yalnız ellerdi. Şöyle bir duygu: Sanki eller, 'unutulmuş' ve kendi duygu durumlarını kendi başlarına taşır olmuşlar. Sık olan bir şeydir bu aslında; ellerimiz kucağımızda, masanın üzerinde, birinin başında kalakalır bazen. Gövdeden ayrı bir şey, bir çeşit felçli organ gibi kaybolurlar.

    (Savaş bu çeşit anların avcısıdır.)

    Böyle bir kaybolmuşluk, ait oldukları şeyin dışında başka bir şeye gömülmüşlük, bence, hem sende hem de Schiele de hâlâ bir ortak payda olarak mevcut. Ama apayrı duyguların eşliğinde.

    Schiele'deki, yalnızlıkları içinde 'yitmiş' o ellere çekilmez insan. Eller, sırf duruşlarında bir uzaklıktırlar onda. Sadece bakmak ve büyülenmek için oradadırlar sanki. Çağırmazlar. Gömüldükleri kendilik, kendini her şeye kapatmış gibi görünür. Orada insan kendi ellerini ve onların uzanma becerisini aklına getirmez. Kaybedilmek ve o kaybın yoğunluğunu deneyimlemek gerekir orada. Asla uzanılamayacağı bilgisi, mutlak bir bilgiye dönüşür...

    Sende ise, çağırıyorlar. Yalnızlıklarında, bir çeşit meydan okuma var. Tuvalin dışını görür ve (Burada, İslam sanatındaki şu el içindeki üçüncü göz figürünü anımsamak lazım belki de, ben çok severim o tuhaflığı...) sessizce, 'çok' sessizce seslenir gibiler. İnsan elini uzatmak istiyor. 'Ben', en çok, bir kanada alternatif gibi göründükleri için tutmak istiyorum onları. Sanki uçma imkânının 'sürgünlüğü' var duruşlarında. Kanattan 'düşmüş' eller. Varlıklarında, oldukları şeyde, olamadıkları bir özgürlüğün, hafifliğin, kaçışın... derin şarkısı.

    Bu sessiz çağrı, yine de iyi hissettirmiyor. Çünkü geç kalmışlık baskın bir duygu. Bir kez tuvale o biçimde düşmüş'ler. Bundan olsa gerek, Schiele'den daha acımasız bir ressam olabilirsin; bir çağrıda elimiz kolumuz bağlı, dilsiz, bakıştan yaratıklar olarak buraya sabitlendiğimiz için...

    Ya da, belki de tam tersidir; çağrının, sırf bir çağrı olarak bile hâlâ var olduğunu anımsattığın için...

    Belki de ikisi biribirlerinden o kadar da ayrı değillerdir, bilemedim...

    YanıtlaSil